24 Ağustos 2019 Cumartesi

Afrodit Buhurdanında Bir Kadın - [Reşat Enis]

Selim İleri'nin "Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu" adlı yapıtını, Türk edebiyatının kıyıda köşede kalmış, unutulmuş, hak ettiği değeri görememiş dehâlarını ve bunların kitaplarını keşfetmek için kullandığımı daha önceki yazılarda da söylemiştim.

Reşat Enis'in adına da, "Afrodit Buhurdanında Bir Kadın" adlı kitabına da, ilk kez işte bu 229 kitaplık listede rastladım. Öncelikle adını ilginç bulmuş; kısa bir İnternet araması yapınca edebiyat tarihimizin hatırı sayılır -ve sayıca pek de çok olmayan- "endüstriyel roman"larından biri olduğunu görmüştüm. Reşat Enis'in ise dördüncü romanıymış. Acaba diğer romanları neler? İşte araştıracak bir şeyler daha!

Evrensel Basım Yayın, sağ olsun, ilk baskısı 1937 yılında yapılan bu unutulmuş kitabı günümüz okuru ile buluşturma görevini üstlenmiş.  Adı geçen yayınevinde ilk baskısı 2002, ikinci baskısı 2009, benim elimde bulunan üçüncü baskısıysa 2013 yılında çıkmış. Yeni baskısı oldu mu; piyasada baskısı kaldı mı bilemiyorum...

Yayınevinin piyasaya sürdüğü kitap, 1945 yılında Semih Lütf Kitabevi'nden çıkan ikinci baskının tıpkıbasımı. Yani Türkçe kullanımı ve yazım kurallarına hiç müdahale edilmeksizin 1945'te basıldığı biçimiyle önümüze gelmiş. İlk bakışta kimi sözcüklerin yazılışı yadırgansa da dönemin imlâsı sayesinde kendinizi hızla 30'ların İstanbul'unda buluyorsunuz.

Kitap, görünüşte kötü yola düşen bir kadının öyküsü gibi görünse de, yoksul ailelerin, hakları gaspedilen işçi sınıfının, emek sömürüsünün ve kadın bedeni istismarının kitabı aslında. Eskiye özlem her ne kadar bugün edebiyatımızın ve yaşı geçkin kimselerin birinci sohbet konusu olsa da; bugün daha başka bir boyutta deneyimlediğimiz istismarın 30'larda, 40'larda da çok daha insanlıkdışı bir hâlde varolduğunu kitabın sayfalarını çevirdikçe göreceksiniz.

Saflığını, temizliğini yitirdiğinden yakındığımız toplumun, aslında eskiden de ne denli pis olduğunu  görecek ve artık ihtimal ki günümüzdeki iğrençliklere pek eskisi kadar yazıklanmayacaksınız.

Hikâyede, inandırıcılıktan uzak birtakım rastlantılar olmasına karşın, romanın tuhaf bir çekiciliği olduğunu söylüyor Selim İleri. Kesinlikle katılmakla birlikte onun nazikçe inandırıcılıktan uzak ve akıllara durgunluk verici diye nitelendirdiği bu tesadüflerin sonuncusuna düpedüz iğrençlik demeliyim. Kitap bu mide bulandırıcı son olmadan da bitemez miydi, bu satırları yazarken hâlâ düşünmekteyim. Okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Yazar, kitabı boyunca işçi ve kadın bedeni istismarı üzerine yüz kızartıcı onlarca olayı olanca çıplaklığıyla anlatıyor. Yukarıda sözünü ettiğim iğrenç tesadüfle bunu doruk noktasına çıkarıyor. Selim İleri, Reşat Enis'in yapıtlarının pek de yaygınlık kazanamamasını biraz da "ahlâkın yüz kızartıcı saydığı bu olgulara sıkça neşter vurmasına" bağlıyor.

Kitaptan alıntılar


Çok tok köpek saldırmaz. Tokluğun verdiği tatlı bir uyuşukluk içinde, efendisinin ayağı dibinde çöreklenir. Efendisi kuyruğuna bassa, ancak boğuk bir havlamayla sızlanır. Dişlerini göstererek hırlamaktan korkar; aç bırakılacağını düşünür.

Yarı aç yarı tok köpek, her şeyi yapmıya muktedir köpektir.

Çok aç köpeğe gelince; o saldırmak için kuvvet bulamaz, Zalim efendisinin kamçısı altında kesik ulumalarla sürünür.


***

İşçi çocuğu ana kucağından, baba gözünden uzak büyümeğe mahkûmdu. Bunun çok kötü misalleri gözlerinin önündeydi.

Bitişiklerinde oturan işçi Cemalin sekiz yaşındaki kızına, anası babası işe gidip onu yapayalnız bıraktıkları bir gün, bir büyük serseri belsoğukluğu aşılamıştı.

Bir başka işçinin, fabrikaya giderken kaldırımda kör talihe emanet ettiği erkek çocuğunu, sokaktan geçen bir rezil satıcı kandırmış, kirletmişti. 

Daha sekiz yaşındayken kanına belsoğukluğu aşılanan kız, yarın kaşarlanmış bir fahişe olacaktı. Irzına geçilen beş yaşındaki küçük, yarın Beyoğlunun kötü evlerinde dolaşacak; köşe başlarında, soymak için adam kollayacaktı.


***

Geçim zordu, fuhuş boldu. Geçimin zorluğundan ürken delikanlı, evlenmeyi aklından bile geçirmiyor; cinsî münasebet ihtiyacını fuhuşta tatmin ediyordu.


***

Sabiha kendini vurmadı, aklını oynatmadı. Aristokrat ailelerin pek çok kızları gibi babası ölüp de baskıdan kurtulunca, kendini sokağa ve ilk rastladığı delikanlının kucağına attı.


***

Yıldızla Melek, Allahı peygamberi, dini filân çoktan unutmuşlardı. Allahtan, peygamberden, dinden önce düşünecek o kadar tasaları vardı ki!



***

Fabrikanın yıllardır ayıklanmamış lağımları bir taranacak olsa, kimbilir ne kadar et pıhtısı, düşürülmüş kaç gayrimeşru çocuk bulunacaktı! Bu fabrika; kerhaneye, hastaneye, mezara giden yolların en kestirmesiydi.


***

Anadolu, kafamda yaşayan saf, temiz yürekli köylü tipini söktü çıkardı. Hilenin, düzenbazlığın, düşmanlığın envaını Anadolu köylerinde gördüm.


***

Çok eski devirlerde Allahın mümesilleri olduklarına inanılan rahiplerle evlenmiş kadınlar vardı. Ve onlara, Allahla evlenmiş gözile bakılırdı. Mâbudun karısı, bütün erkeklerin müşterek karısı demekti. Babilli her kadın, Afrodit'in buhurdanında oturup cinsî münasebette bulunmakla kutsîleşirdi. Ve, buna mecburdu da.

Bugün Patron, Allahın mümesilli değil, bir gölgesidir. Fabrikasına, müessesesine bağladığı kadın önce kendisinin, ve netice itibarıyla bütün erkeklerin müşterek malıdır. Bugün de her kadın Afroditin buhurdanında oturup cinsî münasebette bulunmağa mecburdur. Yalnız, fark şurada: Dün bu kadına ilahi bir gözle bakarlardı. Yaptığı iş ibadetti. Bugünkü kadın ise nefrete layıktır, zina işliyor!


***

Maden sahibi, baca ağzında dokuz doğuruyor. Elinde saat... Zaman yürüyor. Ve, on beş amelesi, sekiz yüz metre toprağın dibinde hapsolan dört insanı kurtarmak için beyhude çabalıyor. On beş işçi bu saatlerce süren didinmeleriyle, ona elli araba kömür verebilirdi. Yazık!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder