30 Ağustos 2017 Çarşamba

İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti - [Hagop Baronyan]

Bir Osmanlı Ermenisi olan Hagop Baronyan, edebiyat dünyamızda adını duyduğumuz, bildiğimiz bir yazar değil. Yazılarını genellikle Ermenice olarak yazmış ve yayınlamış olmasının bunda büyük etkisi olsa gerek. 

1842 yılında Edirne'de dünyaya gelen ve ilkgençliğini burada geçiren Baronyan, 1864'te İstanbul'a taşınmış ve burada gazetecilik ve edebiyatla uğraşmıştır. Çoğunlukla, Ermeni toplumuna odaklanmakla birlikte toplumun tüm kesimlerini dikkatle gözlemlemiş, toplumsal sorunları mizahî bir dille eleştirmiştir.

Hiciv yazılarının yanında, Osmanlı Ermeni gazetelerinde başyazarlık görevleri yürütmüş, tiyatro denemeleriyle tanınmıştır. Baronyan, 1891 yılında 49 yaşındayken İstanbul Kazlıçeşme'deki Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi'nde veremden ölmüştür.

İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti adlı kitabı, 1800'lerin ikinci yarısında İstanbul'un Ermeni mahallelerine odaklanan bir nevi seyahatname olarak değerlendirebiliriz. Ermenice olarak kaleme alınan ve ancak 2014 yılında Türkçeye çevrilen yapıt Can Yayınları'ndan çıkmış. Çevirmenliğini Ermenice aslından Paris Hilda Teller Babek yapmış. Kitap Zeytinburnu'nda basılmış. 136 sayfadan oluşuyor.


Kitap ne anlatıyor


Kitapta 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında imparatorluk İstanbul'unda, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı 34 mahalleye yapılan -hayalî- gezileri anlatılıyor. Ermeni toplumunun sorunlarını, geleneklerini, huylarını ve yaşayışlarını gözler önüne sermek amacıyla yazılan eser, tüm hiciv yazılarında olduğu gibi pek çok abartılı genellemeyle dolu. Günümüzde okuyanı gülümseten bu satırlar, acaba o zamanlar Ermeni yurttaşlarımızı kızdırmış mıdır?

Baronyan'ın fotoğrafı
Kitapta adı geçen mahalleler:

  • Ortaköy
  • Kumkapı
  • Kasımpaşa
  • Beşiktaş
  • Karagümrük / Salmatomruk
  • Eyüp
  • Kadıköy
  • Rumelihisarı
  • Selamsız
  • Topkapı
  • Gedikpaşa
  • Üsküdar Yenimahalle
  • Pera (Beyoğlu)
  • Balat
  • İcadiye
  • Samatya
  • Kuzguncuk
  • Dış Kumkapı
  • Hasköy
  • Kınalıada
  • Boyacıköy
  • Galata
  • Kuruçeşme
  • Eyüp (Surp Asdvadzadzin)
  • Büyükdere
  • Yenikapı
  • Kartal
  • Kandilli
  • Samatya Yenimahalle
  • Narlıkapı
  • Beykoz
  • Makriköy (Bakırköy)
  • Feriköy
  • Yeniköy
Kitapta genel olarak sözkonusu mahallelerde kaç Ermeni hanesi bulunduğu, kaç okul bulunduğu, mahalle kilisesiyle ilgili birkaç bilgi, semtin havasının ve ikliminin nasıl olduğu ve halkın politik konularla ne denli ilgili olduğu gibi konularda bilgi veriliyor. Yazarın "Millî konular ve sorunlar" olarak adlandırdığı bu tanımlamayla tam olarak neyi kastettiğini ben açık olarak anlayamadım. Genel Osmanlı siyasetinden ziyade, sanıyorum ki Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeni milletinin sorunlarını kastediyor.

Okuduğunuzda sizlerin de göreceği üzere, kitabın odak noktasında eğitim ve Ermeni okulları var. Bu yönüyle Baronyan, gerek kız, gerekse oğlan çocukları için ilköğretimin önemini daha 1800'lerde anlamış, aydın bir milliyetçi olarak öne çıkıyor. Kiliselerde toplanan yardım paralarını bolca eleştirdiği gibi, halkın kiliseye olan ilgisinin azalmasından da yakınıyor.  

Kitaptan birkaç gülümseten satır


Eyüp'te çok fazla yaşlı kadın yaşamasını yazar kendine özgü mizahî diliyle şöyle anlatır:

Kadınların yürekleri geniştir, bu yüzden uzun ömrülüdürler. En kısa ömürlü kadın doksan dokuz yaşındadır. Yüz yaşında biri öldüğünde genç yaşta hakkın rahmetine kavuşmuş sayılır. Bir yaşında bir kız öldüğünde düşük sayılır. 

Kayserili Ermeni esnafın Kadıköy'de emlak simsarlığı yapmasına ve elisıkılığına ise şöyle değiniyor:

... Birkaç yıl önce Yahudi'nin biri kehanet edip dedi ki: "Yerin altına girecek "k" harfiyle başlayan bir köy var. Herkes bu köyün Kadıköy olduğunu bağırdı ... Bu haberi yayan bizim Kayserililer ucuz fiyatla ev almak için bu tevatürü anlatmışlardır. Neticede ev fiyatları yüzde altmış ucuzladı ... Kadıköy'de oturanların birçoğu köyden ayrıldı. Bizim Kayserili esnaf bulunduğu yerden kalkmadan "Ucuz oturalım, yerin dibine de girelim" dedi.

Üsküdar'ın tepe semtlerinden olan Selamsız'da yaşayan Ermenilerin, komşu Yenimahalle ile olan anlaşmazlıkları ise şöyle yankı buluyor Baronyan'ın satırlarında:

Selamsızlılar komşusuyla (Yenimahallelilerle) cehenneme bile gitmek istemez. Yenimahalleliler de onlarla cennete.... Selamsızlılar şimdi o kadar ayrılmışlardır ki Yenimahallelilerden, onları farklı bir millet kabul ederler. 
Birbirlerinin papazlarından kutsanmaz, birbirlerinin kiliselerine gitmezler. Papazlar da halkına ayak uydurmuştur.
Yenimahalle okulunda kavga çıkaran çocuğa, "Anlaşılan seni Selamsız'ın papazı vaftiz etmiş" derler. 

Topkapı'daki bir Ermeni kilisesinde görev yapan vaizin bed sesini hicvetmek için yine döktürmüştür Baronyan:

... Öyle bir ses çıktı ki, oğlum korkudan düştü bayıldı.
Allah Allah, gürlememeydi o?
Keşke gürleme olsaydı. Anlatılmaz bir ses...
Bomba mıydı?
Keşke bomba olsaydı. Anlatılmaz bir ses...
Neydi peki?
Kilise görevlisinin sesiymiş. Hemen oğlumu kucaklayıp doktora koştum. Ümit yok, ödü kopmuş dediler ve oğlum öldü. 
Yine Topkapı'nın havasının yumuşak ve sağlıklı olmasına şöyle değiniyor yazar:

Topkapı'nın havası çok sağlıklıdır. Böyle giderse papazlar istifa edecek, zira hiç cenaze çıkmaz.

Ermeni kadınlarının Büyükdere'deki sayfiye yerlerinde yaptığı kaçamaklar da Baronyan'ın gözünden kaçmamış:

Çoğunlukla hava değişimine gidilen bir köydür ama koca değiştirmeye gidenler de eksik değil.

Kartal'daki Ermeni kilisesinin nevi şahsına münhasır zangocu ve kiliseyi her sabah tıkabasa dolduran halkı da kendine yer bulur kitapta:

Kartallı, kiliseseverdir. Zangoç her sabah elinde sopayla kapıları çalıp uyandırarak duaya çağırır dindar halkı.  Belli değildir kiliseye gidenlerin sopadan mı, Allah'tan mı korktukları.
Bir dönem Kandilli semtindeki Ermeni okulunda öğrencilere kötü yemekler verildiği ve üstüne üstlük okulda dayak olayları yaşandığı anlaşılmaktadır:

Biliyoruz ki bu okuldaki öğrenciler yılda birkaç kez börek yer ama bilmiyoruz ki yılda kaç kez dayak yer. 

Sonsöz 


Günümüzde ülkemizdeki nüfusu hepi topu 70 bine düşen Ermeni toplumunun bir zamanlar okullarıyla, kiliseleriyle, mahalleleriyle yaşantımızın ayrılmaz bir parçası olduğu günleri anlatan bu kitabı okurken, acaba anlatılan bizim İstanbul mu diye sormadan edemiyor insan.

Bugün Ermeni cemaatiyle uzaktan yakından bağdaştıramadığımız Kartal, Üsküdar, Eyüp, Topkapı gibi semtlerde artık Ermeni toplumunun izleri geri gelmemecesine silinmiş durumda. Tarihe tanıklık eden tek şey, hiç değilse bu kitabın satırları şimdi.

Hoş vakit geçirmek, İstanbul'u bilinmeyen bir yönüyle, bir Ermeni yurttaşımızın gözünden görmek, bir dönemin Ermeni toplumuyla ilgili bilgi edinmek için okumanızı önerebileceğim, hoş bir kitap İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti.

Mavi Sürgün - [Halikarnas Balıkçısı]

Halikarnas Balıkçısı ile tanışma kitabım Aganta Burina Burinata olmuştu. Mavi Sürgün, yazarın okuduğum ikinci kitabı. Şimdi düşünüyorum da Mavi Sürgün'ü daha mı çok sevdim ne?

Öncelikle kitabın künyesini verelim. İstanbul dışında etkinlik gösteren sayılı yayınevlerimizden olan, Ankara merkezli Bilgi Yayınevi tarafından basılmış. Elimdeki kitap Ekim 2016'da yayımlanan 22. baskı. Kitabın ilk baskısı yine Bilgi Yayınevince 1961 yılında gerçekleştirilmiş. Halikarnas Balıkçısı'nın "Bütün Eserleri" dizisinin 3. kitabı. 226 sayfadan oluşuyor.

Okuyuşum boyunca dilinin duruluğuna, anlatımın akıcılığına hayran kalarak çevirdim kitabın sayfalarını. Kitaba ne ara başladım; kitabı ne ara yarıladım, ne ara bitirdim inanın anlamadım. Böyle bir kitap için birkaç satır yazmasam içim rahat etmezdi. Daha fazla okur tarafından bilinsin, duyulsun istiyorum. Halikarnas Balıkçısı edebiyatımızda gözardı edilmiş; hakettiği değeri bulamamış bir hazine bence.

Bu kitap bir özyaşamöyküsü; yazarının kendi yaşamının bir bölümünü anlatıyor olması hasebiyle bir anı kitabı. İstanbul gazetelerinde hikâyeler tefrika ederek geçinen bir yazardır Cevat Şakir.


Mahkûmiyet ve sürgün 


Savaş döneminde eşlerini, ailelerini görmek için ordudan kaçan askerlerle ilgili haberlerden esinlenerek kurgu bir öykü yazar. Konu asker olunca, içinde bulunulan dönem de Kurtuluş Savaşı olunca, öykü yetkililerin dikkatini çeker, öfkesini toplar.

Bir gün, Üsküdar Şemsipaşa'daki evinin kapısı çalınır ve karakola çağrılır. İstiklâl Mahkemeleri'nde yargılanacağı söylenir ve bu nedenle ilk trenle Ankara'ya gönderilir. Gidince anlaşılır ki, sebep yazdığı bu öyküdür. Vatana ihanet, millî mücadeleye muhalefet gibi konularda hiç acıması olmayan ve çokça idamlar gerçekleştiren İstikâl Mahkemeleri'nde kendisinin de peşin hükümle idam edileceği gelir kulağına.

Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı
Kendince, firarî askerleri haklı göstermek ya da mücadeleyi küçümsemek gibi bir amacı olmasa da, yargılama sırasında "yok" da diyemez, nedense doğru düzgün kendisini savunamaz bile. O, yargılama sonucunda idam hükmünü duymayı beklerken, 3 yıllığına Bodrum'a, kalebentlikle sürüldüğünü öğrenir.

Yol serüveni


Sürgün yerine götürülmek üzere derhal 2 asker nezaretinde yola çıkarılır. Kaçma olasılığına karşı İzmir'e dek vapurla gitmesine de izin verilmez. Bu nedenle Bodrum'a karayoluyla gidecektir. İşte bizim kitabımızın asıl hikâyesi bu yol macerasıyla başlıyor. Cevat Şakir, İstanbul'dan Bodrum'a gidişinin 6 ay süreceğini nereden bilebilirdi ki...

Konakladıkları çoğu yerde bir aksilikle, bir bahaneyle hiç de hesapta olmayan biçimde kimileyin 20-25 gün kalmak suretiyle Bodrum'a güçbela ulaşırlar. Bodrum'a varana dek nerelerde duraklamazlar ki, Afyonkarahisar, İzmir Karşıyaka, Aydın, Çine, Muğla, Milas... Her biriyle ilgili bir dünya anı, o zamanın kentleri hakkında pek çok gözlem kitabın sayfalarında keşfedilmeyi bekliyor.

Bodrum'a varana dek, gördüğü herkesten Bodrum'a ilişkin bilgi almayı deneyen Cevat Şakir, bir türlü istediği somut bilgileri edinemez. Yalnız savaş sırasında Bodrum Kalesi'nin harap olduğu öğrendiği için, kaleye kapatılamayacağı iyiden iyiye belli olmuştur. Bu durumda iki seçenek vardır: ya hapishaneye girecek ya da cezası Sinop'a sürülen arkadaşı Zekeriya gibi kalebentlikten sürgüne çevrilecektir. Kader, Cevat Şakir'in yüzüne güler ve kalemine duyulan saygı nedeniyle olacak, Bodrum'a vardığında kaymakam aldığı bildiri üzerine ona şehir içinde serbest dolaşabileceği müjdesini verir.


Bodrum günleri


Cevat Şakir'in Bodrum'la özdeşleşen şiiri
Bu noktadan sonra kitabın yol macerası bölümü bitiyor ve yazarın Bodrum'daki sürgün günleri başlıyor. Ama ne sürgün! Keşke bir suç işlesem de bana da böylesi bir ceza reva görülse. Gülünç bir fiyata, deniz kıyısında görür görmez vurulduğu bir evi kiralamakla başlar Cevat Şakir yeni yaşamını kurmaya. Günbegün evini, yeni yaşantısını düzenler. Bu sırada çeviriler yaparak günlük kazancını çıkarır.

Durumundan hiç de yakınmayan Cevat Şakir, cezasının bitimine 1,5 yıl kala -masum olduğu anlaşıldığı için olsagerek- affedilir ve cezasının kalanını İstanbul'da geçireceği bildirilir. Ama Bodrum'a âşık olan Cevat Şakir, cezası dolar dolmaz (ki zaten cezanın İstanbul'da geçen bölümünün boşa çekildiği anlaşılır; çünkü ortada İstanbul'da kalması mecburiyetini gösteren hiçbir belge yoktur!) ailesiyle birlikte Bodrum'a geri döner. Çocukları burada büyür.

Bodrum günleri Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın adım adım Halikarnas Balıkçısı'na dönüşmesine tanıklık eder. Başından beri yptıklarıyla yerli halkın dostluğunu ve muhabbetini kazanır. Avrupa'dan kaynak kitaplar ısmarlayarak balıkçılık ve tarım konusunda kendini epeyce geliştirir. Bilgilerini halkla da paylaşır. Çevresindekileri eğitir.

Yörenin iklim ve toprak özelliklerini iyiden iyiye araştırır. Öyle ki Bodrum'da, hatta Türkiye'de o güne değin bilinmeyen, yetişmeyen meyvelerin, bitkilerin tohumlarını getirterek Bodrum'da yetiştirmeye başlar. Günümüzün Bodrum mandalinası ve o zamanlar yazarın bile "greypfrut" dediği greyfurt meyvesi, onun sayesinde Bodrum'da yayılır.

Sonsöz


Cevat Şakir'in Bodrum'daki kabri
Bu kitabın dışında da biliyoruz ki Cevat Şakir, yazdıklarıyla Akdeniz kültürünün tanıtılması için büyük çabalar ve yararlılıklar göstermiş bir yazardır. Bodrum'u Bodrum yapan kişiliklerden biridir hiç kuşkusuz.

Çocuklarının eğitimi dolayısıyla İzmir'e taşınıp orada yaşamak zorunda kalsa da, gönül bağıyla hep Bodrum'a bağlı kalmış; 13 Ekim 1973 tarihinde öldüğünde de Bodrum'a gömülmüştür.

Mavi Sürgün, yazarı Halikarnas Balıkçısı yapan olayların başlangıç aşamasını anlatması bakımından önemlidir. Duru Türkçesi, akıcı anlatımı ve zengin biçimiyle Türk yazınının en güzel yapıtlarından biri olarak yeni kuşaklarca keşfedilmeyi bekliyor.