8 Haziran 2020 Pazartesi

Gülün Adı - [Umberto Eco]

Gülün Adı - Can Yayınları
Bizde hiçbir zaman aşılamayan bir huydur Batılı eleştirmenlerin sözlerini birebir çevirerek Batılı kitapları değerlendirmek. Biri çıkar kitap çevirir gibi, bir eleştirmenin yorumunu Türkçeye çevirip kendi sözleri, gözlemleri, düşünceleriymiş gibi sunar. Ekseriyetle, bu değerlendirme olumlu olur, çünkü kötü kitabı hangi yayınevi Türkçeye çevirtip basar ki?

Sonrakiler de üstüne yeni hiçbir şey eklemeden, ama sanki yepyeni bir şey söylüyormuş gibi, anlamı değil ama sözcükleri değiştirerek (o da çalıntı sanılmasın diye) aynı fikri evire çevire gevelerler. Gülün Adı için bizde yazılan her yorum işte böyle dışarıdan ithal. Nedenini birazdan daha ayrıntılı açıklayacağım.

Batı kültüründen çıkan ve Batılı eleştirmenlerden tam not alan kitaplar dedim ama biraz da halt ettim. Biz Orhan Pamuk'un bile yorumlamasını, değerlendirilmesini Batılı eleştirmenlerin ağzıyla yaptık. Bizde yazınsal eleştirmenlik kurumunun yok hükmünde olmasının -başarılı hocalarımızı tenzih ederim- doğal bir sonucu.

Gelelim kitabımız Gülün Adı'na. Yukarıda yaptığım uzun giriş, bakalım kendimi daha iyi ifade etmeme yardımcı olacak mı... Gülün Adı, kabaca 1327 yılında İtalya'da bir manastırda geçen bir tarihsel polisiye. Ama romanı anlamak için düz bir okuma asla yeterli değil.

Öncelikle, bu romanın Türk okurunda bir şey ifade etmesinin neden çok güç olduğuna değineyim. Bizler, bir kere Hıristiyanlık hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Manastırda geçen ve tüm kahramanlarını din adamlarının oluşturduğu bir romanı anlamak için her şeyden önce çok sağlam bir Hıristiyanlık genel kültürüne sahip olmak gerekiyor. İnançlı olmasa bile Avrupa eğitim sisteminin mezun ettiği sıradan bir kiş bile bu donanıma otomatikman sahip hâle geliyor. Peki ya biz?

Kitap öylesine dinsel simgelerle ve göstergebilimsel ögelerle dolu ki ortalama bir Türk okurunun bunları tam anlamıyla idrak edebilmesi imkânsız. İncil'i okuduğum ve üniversitede ders olarak aldığım için az çok yapılan atıfları yakalayabildim. Acaba yakalayamadıklarım? Bunların anlaşılabilmesi için kitapta neredeyse hiç dipçe kullanılmadığını da söyleyeyim. Zaten Latince alıntıların Türkçe anlamları için bolca dipçe kullanılmıştı. Anladığım kadarıyla bir de bu tür açıklamalarla kitabı gereksiz yere şişirmek istemediler.

Genel din bilgisini bir yana koyalım. Bu kitabı özümsemek için bir de çok sağlam bir din tarihine de gerek var. Kitabı okurken "bu böyle olmayacak" deyip bir ara vererek, 1300'ler Avrupası'nın tarihini biraz araştırmasam kitabı mümkün değil anlayamazdım. Olayların geçtiği dönemde tam bir kilise ve krallar çatışması yaşanıyor. Kimin kimden yetki alacağı, kimin kime üstün olduğu konusunda bir sürtüşme ortamı yaşanmakta. Aynı zamanda İstanbul merkezli Ortodoks Kilisesi'yle düşmanlık ve görüş ayrılığı en çetin dönemlerini yaşamaktadır. Üstüne üstlük, Katolik Kilisesi, kendi içinde de son derece ciddi kırılmalar yaşamaktadır. Tarikatlararası görüş ayrılıkları nedeniyle taraflar birbirlerini kâfirlikle ve sapkınlıkla suçlamakta, her gün engizisyon yargılamalarıyla insanlar yakılmaktadır.

Papa ile Fransisken tarikatı arasında çatışmaya neden olan itikadî bir konunun çözümü için taraflar, kitabımızın geçtiği Benedikten manastırında buluşmaktadır. Sapkın Dolsinyenler, Bogomiller, Minoritler, Katarosçular ve zihnimizi allak bullak edecek daha neler neler. Aslında, kitaptaki cinayetlerle doğrudan hiçbir bağı olmamasına karşın kitabın belki üç yüz sayfası işte bunlarla dolu. Kitabın girişinde Adso'nun manastırala ilgili yüz sayfalık ilk izlenimlerini ve labirentli kütüphanenin sayfalar dolusu betimlemesini de eklersek; inanın gizem dolu cinayetler bu hacimli kitabın çok az bir yerini tutuyor.

Uğruna birçok kişinin öldüğü bu sır dolu kitap, romanın sonuna kadar ana merak unsuru olmayı sürdürdü. Katilin ya da günah keçisinin Jorge olabileceği az çok belli olmuştu zaten. Ama kitapla ilgili giz açığa çıkınca düşkırıklığına uğramadım desem yalan olur.

"Gülmek dinen caiz midir, değil midir; İsa güler miydi, gülmez miydi?" sorusu uğruna tarikatlaşmaların, hizipleşmelerin yaşandığı bir dönemde işte böylesine saklanan kitap meğerse Aristo'nun "Poetika"sıymış. İçindeki güldürü (komedi) ve kahkahayla ilgili satırlardan dolayı din adamlarında sapkın fikirler yaratabileceği düşünüldüğü için böyle sır gibi saklanmış; sayfalarına zehir sürülmüş, okuyan kişi sayfalarını çevirmek için parmaklarını diliyle/dudağıyla ıslattıkça yavaş yavaş zehirlenerek ölmesi ve bu bilgileri  yayması engellenmek istenmiştir.

"Bu mudur?" dedim kitabı okuyunca. Kendimi bir kez daha, yanıltılmış ve kandırılmış hissettim. Normalde bir kitabın reklamının çok yapılmasına, çok satılmasına, çok okunmasına bakarak asla kitap seçmem. Ama sözkonusu Umberto Eco gibi Ortaçağ tarihi konusunda pîr olmuş biri olunca, bir şans vereyim demiştim. Pişman olduğumu söyleyemem. Kitaba kötü diyemem. Hıristiyanlıkla ilgili yeni şeyler öğrendiğim, unuttuklarımı anımsadığım, bildiklerimi pekiştirdiğim verimli bir okuma oldu her şeye rağmen. Ama bu kadar abartılacak bir yönünü göremedim. Ortalama bir Türk okurun, ölüp bitip, muhteşem bulacağı, kolay anlayabileceği bir kitap değil. Çoğu kitabı, sırf okurlararası bir mahalle baskısıyla okuyoruz ya da yayınevlerinin pazarlama stratejistlerinin dayatmasıyla okuyoruz. İddia ediyorum, Türkiye'de şu kitabı hakkıyla okuyup, anlayıp, değerlendirecek ve kendi sözleriyle yorumlayacak tek adam yok. Benim düşkırıklığına uğrayışım da büyük olasılıkla bilgimin yetersizliğinden.

Yavaş yavaş haddimi aştığımı, sözlerimi ağırlaştırdığımı düşüneceksiniz ama birtakım şeylerin iyileştirilmesi için bunları birilerinin söylemesi gerek. Çevirmen Şadan Karadeniz'i öncelikle böyle bir kitabı sabırla çevirmeyi bıkmadan tamamlayabildiği için kutlamak gerek. Ama Hıristiyanlık terminolojisi konusunda bizzat kendisinin ya da Can Yayınları editörlerinin biraz çalışması gerekiyor. Zaten çok fazla yabancı terimin olduğu bir kitapta, terim Türkçeleştirmelerine biraz daha dikkat edilmeliydi. "Tapınak Şövalyeleri" terimini "Templier Şövalyeleri" diye bırakmak bilinçli bir tercih mi, ufak bir bilgi eksikliği mi bilemeyeceğim ama zaten okurun yabancısı olduğu bir dünyayı, daha da yabancılaştırmaktan başka bir işe yaramadığı kesin. Ruth > Rut, Paulus > Pavlus, Agar > Hacer, Tecla > Tekla gibi adlar da Türkçe kaynaklara göre yazılabilirdi.

Ayrıca, kendim de öztürkçe sözcük kullanımının yaygınlaşmasını destekleyen biriyim. Gel gelelim, çevirmen Şadan Karadeniz, terim Türkçeleştirmede göstermediği hassasiyeti burada ifrata kaçarak göstermiş. Zaten yabancı adlar ve terimlerle akmaz derecede ağır olan kitabı, tasımlamalarla, yadsımalarla, erkelerle, yetkelerle, tinlerle, betiklerle iyice ağırlaştırmış.

Velhasıl, kitap boş bir kitap değil. Kötü bir kitap değil. Yalnızca, her okur için eşit derecede ilgi çekici ve anlaşılır olduğu söylenemez, hepsi bu. Eğer kitabı okurken sizi sarmadığını hissediyorsanız üzülmeyin. Bunca okurun ya da "sosyal medya kullanıcısının" övgüler düzdüğü bu kitabı anlamıyorsanız hiç mi hiç hayıflanmayın. Çünkü dediğim gibi, engin bir Hıristiyanlık din kültürü, etraflıca bir İncil bilgisi ve derince bir Avrupa tarihi donanımı gerektiriyor. Her nasıl ki, ortalama bir Batılı okur, üzerinde ayrıntılı bir çalışma yapmadıkça bizim edebiyatımızdan çıkacak bir tekke ya da tarikat romanını tüm incelikleriyle anlayamaz; bu roman da bizim için öyle.

Okuduğumuzda söylenenlerin büyük bir bölümü puslu kalacaksa, söylenen bir sözle neyin kastedildiği anlaşılmayacaksa, yazılanın İncil'de hangi olaya ya da kişiye bir atıfta bulunduğu bilinemeyecekse; bu kitap gerçekten okunmuş sayılır mı? Çok basit bir örnek veriyorum: kitapta belki on kez atıfta bulunulan fakat hiçbir dipçeyle açıklanmamış olan "kükürt kokusu" kavramının, Hıristiyanlıkta şeytanın ve cehennemin kokusuyla özdeşleştirildiğini bilmemek bile, kitabın size vereceklerinden bir şey götürecektir.

Bunca sözün üstüne, benim naçizane önerim bu kitabı herkes okuduğu için, Umberto Eco'nun kitapları çok sattığı için, reklamı çok yapıldığı ve "en iyi kitaplar" listelerinde baş sıralarda olduğu için okuyacaksanız okumayın. Kendinizi, gerçekten hazır hissettiğinizde, burada anlatılan olayları anlayabilecek temel bilgi birikimine sahip olduğunuza karar verdiğinizde okuyun.