8 Kasım 2017 Çarşamba

Bizans Süiti - [Rosie Pinhas-Delpuech]

Bizans Süiti kitap kapağı
77 sayfalık bu minik kitap, bir sahafın "Sepet 5 lira" köşesinde buldu beni. Kendiliğinden geldi, elimin altına giriverdi. Arka kapağı okur okumaz, alınacakların arasına koymuştum onu...

Bir Türkiye Yahudisi olan Rosie Pinhas-Delpuech, kitapta kendi çocukluğundan, bizim yakın tarihimizden yansımaları paylaşıyor bizlerle. Çokdilli bir ailede, hiçbir dili anadili olarak benimsemeksizin yaşayan, Türkçeyi ilk kez okula gittiğinde öğrenen bir kız çocuğunun gözünden...

Anı/anlatı türündeki kitap, Yapı Kredi Yayınları tarafından 2004 yılında yayınlanmış. Genç yaşlarda Fransa'ya yerleşen ve hâlen aynı ülkede yaşayan yazar, kitabı Fransızca olarak kaleme almış. Türkçe çevirisi Aysel Bora'ca yapılmış.

Kitap; Gece, Gündüz, Obur Devin Ziyareti, Sofa, Sözsüz, 10 Kasım, Yol, Bayrak, Dağ ve Z/S adlı on bölümden oluşuyor. Okul öncesinden başlayarak, yazarın ortaokula varana kadarki yıllarını anlatıyor. "Anadilim bir yabancı dil" epigrafı ile başlayan kitap yazar tarafından G.R. adlı kişiye adanmış.

***

Babası Fransız, annesi Alman kültürüyle yetişmiş ve dolayısıyla bu dilleri mükemmelen konuşan; büyükannesi ise yarı İbranice yarı İspanyolca konuşan, sokaktaysa her gün bambaşka bir dil duyan bir çocuk olsaydınız siz hangi dili benimserdiniz? Ya da bir dili benimseyebilir ve kendinizi o dile ait hisseder miydiniz?

Yazarın doğumundan birkaç yıl önce Avrupa'nın göbeğinde, Hitler Almanya'sında yaşanan olaylar henüz çok tazeyken, annenin çocukla Almanca konuşmaya çalışması ev halkınca hoş karşılanmamaktadır. Yüzyıllar önce ataları İspanya'dan sürülerek Edirne'de yaşama tutunan aile, Yahudi İspanyolcasını kaydadeğer bir dil olarak görmemekte ve küçümsemektedir. Yahudi İspanyolcası anne ve büyükanne arasında yalnızca aile dedikoduları yapmak için kullanılan bir gizli anlaşma biçimidir. İbranice; yalnızca din öğretimi sırasında kullanılan, günlük yaşamda hiçbir yeri olmayan ölü bir dildir zaten. Türkçe ise zaten okula başladığında öğrenecek denilerek hepten ikinci plana atılmıştır.

***

Kitabın ilk bölümünde, yazarın küçücük bir kız çocuğuyken öğrendiği ilk Türkçe kelime olan "Poyraz Sokak"tan söz ediliyor. Sokaktaki insanların konuştuğu dilde olan bu sözcüğün, küçük çocuğun zihninde edindiği yer, yıllar sonra yetişkinlikte bile asla silinmiyor.

Evin başköşesindeki Alman yapımı Blaupunkt radyosu, salondaki kömür sobası, başı kırılan ve parmakları sobaya yapıştırılan oyuncak bebek, nüfus sayımında eve gelen nüfus memuru, zatürreeden ölen bir kardeş, Nilüfer Hatun İlkokulu'na başlayış, yeni arkadaşlar, Türkçeyle tanışma, öğretmenler, kadın öğretmenler çocukların kafasına vurduğunda bileklerindeki altın bileziklerden çıkan metal şangırtısı, 10 Kasım törenleri, sokaklara dökülen saldırgan bir kalabalığın Ya Taksim Ya Ölüm sloganları, pencerelere asılan Türk bayrakları ve yazarın çocuk belleğinden yetişkinliğe ulaşabilen başkaca anı kırıntıları 77 sayfa boyunca bizlere bizi öğretiyor.

Kitabın Z/S adlı son bölümündeyse ortaokul için Fransız Okulu'na kabul edilen Rozi'nin hayatı belki de sonsuza dek değişiyor, adıyla birlikte. Yıllarca Rozi diye yazmayı öğrendiği adı artık Fransızca yazım kuralları gereğince Rosie olarak dayatılıyor. Belki de bu yüzden 20 yaşına geldiğinde kendini Rozi olarak Türkiye'ye değil de, Rosie olarak Fransa'ya ait hissettiği için Fransa'ya göç etmeye karar vermiştir yazarımız...

***

Pangaltı ile Harbiye arasındaki Poyraz Sokak bugün hâlâ yerli yerinde duruyor. Heyhat ki bugün o sokakta Madam Rosie ile ailesinden hiçbir iz yok. Fakat belki Teşvikiye'deki Nilüfer Hatun İlkolulu'nun tozlu arşivinde bir kayıt defterinde adı kalmıştır. Z ile... Rozi olarak...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder