Film afişi |
Demin dediğim gibi, vasat. Başka sıfat bulamıyorum. Bir Türk sineması âşığı olarak çok isterim harika filmler yapılmasını ama olmuyor ne yazık ki. Öncelikle iş korku filmlerine gelince nedense hep düşük bütçeyle bir şeyler yapmak zorundasınız. Jönleri, jöndamları, ünlü yıldızları geçtim; dizilerde rol alan ikinci karakterleri bile göremiyoruz korku filmlerinde. Genelde hepsi ilk işlerini yapan amatör oyuncular. Üç Harfliler: Marid de düşük bütçenin kurbanı olmuş bir filmdi.
Konusu kısaca şöyle: Başkarakterimiz Ayla çocukken ablası ve ablasının iki arkadaşı evde cin çağırırlar. Çağırdıkları cinse cinler âleminin en kötücül üyelerinden Marid'dir. Marid gelir ve o gece oracıkta kendisini çağıran 3 kızı öldürür. Daha sonra başka bir orada bulunan ve hiçbir şeyden haberi olmayan küçük Ayla'nın bedenine girerek 3 gün boyunca onu esir alır. Bu 3 günlük döneme ilişkin hiçbir şey hatırlamayan Ayla'yı nefesi kuvvetli bir hoca, yazdığı muskalarla zorlukla sağaltır.
Hayatı boyunca bu muskayla yaşayan ve Marid'in şerrinden korunan Ayla, daha sonra yaşananları unutur, bu muskayı kaybeder. Bu, Marid'in yeniden ortaya çıkmasına neden olur. Kendisini rahatsız etmeye başlayan Marid'den korunmak için yeni bir hoca bulurlar. Eşi Serkan ona bu dönemde destek olmaktadır. Hocanın geldiği akşam hiçbir şey umulduğu gibi gitmez. Marid, hocayı, Serkanı ve o gece orada bulunan iki arkadaşlarını öldürür.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, film yaşanmış bir hikâyeden yola çıkılarak yazılmış. Ama filmde işlenen amaçsız, belirsiz, muallak bir hikâye. Marid konusu son derece özgün, hiç işlenmemiş, zenginleştirilmeye uygun bir konu. Ancak filmde çok sığ kalmış. Şu sorulara yanıt verecek nitelikte birkaç sahne filmin kalitesini büyük ölçüde artırabilirdi:
Marid'in özellikleri nedir?
Neden insanlara karşı bu kadar saldırgandır?
Neden Ayla'ya hiç dokunmamakta ama çevresindekileri öldürmektedir?
Film maalesef basmakalıp çekim teknikleriyle dolu. Yapay diyaloglar, uçlarda gezinen hareket ve eylemlerle dolu. Bunlar doğal olarak inandırıcılığı düşürüyor. Her yerde ortaya çıkan Japon sinemasından aşırılmış dik dik bakan küçük kız çok iticiydi. Doğaüstü olaylara inanmayan, işi alaya alan arkadaş figürü çok klişeydi. Gecenin sonunda o da, inanıp korkanlar da aynı akıbete uğradı. Filmdeki namaz sahnesi evlere şenlik. Hoca ilk kez gittiği evde hiç sormadan kıbleyi kendi başına buluyor. Sözde hoca evi tütsülemek için ortalıkta geziniyor ama gezindiği alan iki adımlık; salonun yalnızca 2 metrekarelik bir bölümü. Dua okunmaya başlanacağı vakit hocaefendi kadınlardan başlarını örtmesini istiyor -gerçekçi bir nokta- ama kadın kahramanlarımız Teşvikiye Camii'ne cenaze törenine gitmiş ünlüler gibi saçlarının bir kısmını açıkta bırakacak biçimde örtüyor başlarını. Hoca duaya başlayacağı zaman bir bakıyoruz ki 2 dakika içinde bütün oda mumlarla donatılmış. Her yerde mumlar. Kahramanımız soruyor: Işıkları kapatayım mı hocam? -Kapat kızım. Olmaz! İslam'da böyle bir şey mi var Allah aşkına? Bunu da Avrupa sinemasından almışsınız ama olmamış maalesef.
Değinilen birkaç nokta ise hoşuma gitti. Hocaefendinin parayla olan ilişkisi ve sonunda akıbetinin kötü olması güzel bir mesajdı. Anlamadığım şu: Hadi bu işten fahiş paralar alan hocaefendiyle, itikatsız arkadaş çarpıldı öldü. İnançlı koca ve arkadaş neden öldü? Marid Ayla'yı neden bir türlü öldürmedi ya da peşini yıllardır bırakmadı?Dediğim gibi bu soruların bir yanıtı olsaydı; çok daha farklı bir film olabilirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder