9 Ekim 2017 Pazartesi

Gurabahâne-i Laklakan - [Ahmet Haşim]

Adı edebiyat derslerinde sıkça duyulan, edebiyat çevrelerinde üzerine epeyce konuşulan bir şair Ahmet Haşim. Benim şiirle pek aram olmadığı için kendisiyle tanışmam pek geç oldu diyebilirim. Geç de olsa tanışmamıza vesile olan ise Selim İleri'nin yazılarıdır. Her yazısı edebiyata ilişkin bin bir ipucu ve işaret saklayan Selim İleri'nin kim bilir hangi kitabında gördüm Ahmet  Haşim ve eseri Gurabahâne-i Laklakan'ın adını. Bu ilginç ve gülünç eser adını görür görmez altını çizmiştim...

Gurabahâne eski Türkçede düşkünlerevi anlamına geliyor. Laklakan ise leylek sözcüğünün Arapça çoğul biçimi. Yani günümüz Türkçesiyle "Garip/Düşkün Leylekler Evi" demek. Türk dilinin kurallarıyla ve grameriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan tamlamalarla, çoğullamalarla dolu bu yazım dili artık çok şükür dilimizden temizlenmiş olsa da Ahmet Haşim, yaşadığı dönem dolayısıyla böyle yazmış, eserinin adını böyle seçmiş. Ahmet Haşim'in dil kullanımına ve dilde sadeleşme çabalarına olan karşıtlığına da ayrıca değineceğiz.

Elimdeki kitap, Dergâh Yayınları'ndan çıkmış. Bütün Eserleri dizisi içinde yer alan üçüncü kitap. Gurabahâne-i Laklakan ve Diğer Yazıları adlı iki bölümden oluşan bir derleme niteliğinde. Kitap, İnci Enginün ve Zeynep Kerman tarafından yayına hazırlanmış. İçinde birkaç edebî hikâye, çeşitli yerli gazetelerde çıkan köşeyazıları ve yazarın yurtdışındaki gazetelerde yayınlanan Fransızca makalelerinden oluşuyor. 367 sayfalık kitabın sonunda, özellikle araştırmacıların işine yarayacak çok işlevsel bir de dizin var.

Öncelikle şunu söylemekte yarar var: Ahmet Haşim, yazdığı dönemlerde neredeyse bütün ünlü yazarlarca benimsenen dilde sadeleşme ve Öztürkçeleştirme çabalarının en ateşli muhaliflerinden biri. Bu nedenle yazdığı yazılar dönemin en ağdalı, en ağır söylemlerini yansıtıyor.

Örneğin, Arap harflerini kullandığımız dönemlerde sözcüklerin yazımının sadeleştirilmesi ve bir standarda oturtulması konusunda başlanan seferberliğe ateş püskürüyor. Aşk, araba vb. sözcüklerin Arapçadaki gibi 'ayın' harfiyle yazılması yerine 'elif'le yazılmaya başlanmasına karşı çıkmak için hiç üşenmeyip makale yazabilecek muhafazakârlıkta bir yazar Ahmet Haşim.

Halk tarafından kullanılan gündelik sözcüklerin şiire girmesine katlanamıyor. Bu nedenle başta şiirleri olmak üzere tüm yazıları baştan aşağı Arapça ve Farsça sözcüklerle / tamlamalarla dolu. Hatırı sayılır bir Arapça ve Farsça söz dağarcığınız yoksa bu kitaptan bir verim almanız pek olası görünmüyor; zira kitabın hazırlanışında dipnotlarla sözcüklerin günümüz Türkçesindeki anlamları/karşılıkları verilmemiş. Kitap sonunda herhangi bir sözlükçe de yok.

Gel gelelim, kitabımız okurlarına paha biçilmez bir bilgi kaynağı vadediyor. Özellikle köşe yazılarında yaşadığı dönemin nabzını tutan; resimden heykele, müzikten sinemaya, mimariden modaya, yerli edebiyattan yabancı edebiyata her konuda söyleyecek bir lafı -ve epeyce bilgisi olan- bu adama hayran kalmamak elde değil.

Günümüzde İnternet sayesinde dünyanın tüm bilgisi hepimizin cebine dek girmiş olduğu halde hiçbirimiz böylesine donanımlı ve bilgili değiliz. Ahmet Haşim, nasıl oluyor da 1920'lerin başında Hint edebiyatından, Amerikan edebiyatına tüm dünya yazınına hâkim olabiliyor; insan gerçekten hayret ediyor doğrusu!

Ahmet Haşim'in genel kültürünü, dünya kültür ve sanat akımlarına olan hâkimiyetini gördük, takdir ettik; tamam. Fakat kişisel olarak her görüşüne katıldığımı söyleyebilir miyim? Gelin, Ahmet Haşim'in düşünce yapısına biraz eğilelim...

Ahmet Haşim
Ahmet Haşim'de dinî anlamda bir tutuculuktan söz etmek mümkün değil. İnançlı fakat katı ve tutucu değil. Aksine kimi yazılarında kadınların aşırı kapalılığı başta olmak üzere çoğu konuda fazla serbest bir din anlayışı benimsediğini söylemek hiç yanlış olmaz.

Ancak tahminimce doğup büyüdüğü coğrafyanın -Bir zamanla Türkiye toprağı olan Bağdat'ta dünyaya geliyor ve İstanbul'a sonradan gelerek Türkçesini tekamül ettiriyor- hayat görüşünün biçimlenmesinde büyük etkisi olmuş. Kitap boyunca pek çok yazıda kadın düşmanı (mizojen) ve ırkçı söylemlerle karşılaşıyorsunuz. Yazının sonuna ekleyeceğim alıntılarda birkaç örneğe yer vereceğim.

Kitapta beni en çok şaşırtan noktalardan biri Ahmet Haşim'in Avrupa gazetelerinde yayınlanmak üzere yazmış olduğu Fransızca makaleler oldu. Fransızca diyorsam, sağlam, çok sağlam bir Fransızcadan söz ediyorum. Günümüzde değil Türk edebiyatçıları içinde, edebiyat araştırmacıları içinde dahi böylesine nitelikli, dolu, kusursuz bir Fransızca ile makale yazacak çok az kişi olduğunu iddia ediyorum. Varsa çıksın, iki satır yazsın ve yayınlatsın da görelim.

Dikkatimi çeken bir başka husus ise yıllar içinde, özellikle de cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda Ahmet Haşim'in dil konusundaki tutuculuğunu bir kenara bırakıp, halkın diliyle, daha yalın bir Türkçeyle yazmaya başlaması oldu. Belki genç Cumhuriyet'in dil, alfabe ve ulusal kimlik konularında cesurca devrimler yaptığı dönemde camiada tutunmak, sivrilmemek, göze batmamak ya da hayatta kalmak için yazarın kendi kendine bilinçli uyguladığı bir sansürdü bu... Ya da dilin doğal gelişimine karşı koyamadı ve süreç içinde istemsizce kendi dilini sadeleştirdi Ahmet Haşim.

Yazımı bitirip alıntılara geçmeden önce, şunu söylemek isterim ki; bir spor karşılaşmasında taraf tutar gibi Ahmet Haşim'i destekleyen ya da ona karşı duran bir tavır alacak değilim. Onun edebî ve sanatsal birikimini, dile olan hâkimiyetini gördükçe bir sonraki sayfayı daha bir istekle çevirdim. Ancak, yeri geldi, günümüzün insanî ve toplumsal değerleriyle ters düşen görüşleri nedeniyle rahmetliye öfkelendim.

İyiyi, kötüyü, amaları, fakatları bir yana bırakıp şunu söyleyebilirim: Ahmet Haşim yazdıklarıyla bizim edebiyatımızın bir değeri. Onu okumak, bilmek, tanımak Türk edebiyatseverlerin boynuna bir borç.

***

Şeklimiz bir hile ve bir yalandır. İnsan, meyveleri aksine yapılmış bir mahlûktur. Tatlı eti dışarıda ve iç tarafı ele alınmayacak olan tarafıdır. 

***

Halbuki kıymeti nisbî olan iffet; zaman, iklim, din, âdet ve bilhassa giyiniş tarzlarına göre değişen kararsız bir fazilettir.

***

Mamafih, sebepler ne olursa olsun, bugünkü kadın çıplaklığının cinsî cazibeyi azaltmakta ve hassasiyeti uyuşturmakta olduğunda hiç şüphe yoktur. Nâmütenâhî çıplak bacaklar ve sayısız açık göğüsler göre göre, erkek gözü kadın etinin yalnız görünüşüyle doyuyor. Bu soğuk ve lakayt göze hırs parıltısını verebilmek için şimdi kadın ne müthiş kudretler sarf etmeğe mecburdur!

***

 Millî harslar yüzündendir ki memleketler henüz yekdiğerinin güzelliğini anlamağa muktedir olmuyor.

***

Kadın ancak örtünüp saklandığı andan itibarendir ki, bir fitne ve fesat unsuru oluyor. (...) Zira çıplak bir kadın vücudu karşısında hayalimiz harekete gelmek için hiçbir gıda bulmaz. Halbuki "hayal" örtülü bir kadınla karşı karşıya gelince derhal mahrem örtülerin altına girer ve orada müheyyiç bir âlem yaratmağa başlar. Hayali tahrik eden her şey gibi "örtülü kadın" da ahlâka münafidir.

***

Kadın mı güzel, erkek mi?
(...)
Ekser hayvan cinslerinde erkeğe nazaran dişi çirkindir.
(...)
İnsan cinsinde de, dişinin erkekten daha güzel olması için hiçbir sebep yoktur. Kadının süslenmeğe muhtaç olması, saçlarını bir uzatıp bir kısaltması, hayvan kürklerine sarınması, fıtraten güzel olmadığının ve bunu kendisi de bildiğinin kâfi bir delili değil midir? Erkek sunî süs vesaitine tenezzül etmez, zira erkek güzelliği buna müftakır değildir. 

***

Serveti bu gibi zelil ellere bu kadar kolayca râm olmuş görenler, cüzzamlı olmaktan, sakat olmaktan utanır gibi, fakir olmaktan da utanmağa başladılar. İşte bu suretle parasız görünmek hicabı, dünya sahasında namus hicabını mağlup etti.

***

Ey, en küçük heveslerine esir olduğumuz kadınlar! Söylemezsiniz ama pekâlâ bilirsiniz ki, bütün varlığınız erkeğin size karşı duyduğu aşka bağlıdır. Erkeğin aşkı olmasa, düşük omuzlu, kısa ayaklı, iri kalçalı, korkunç bir mahlûk şekline istihale etmenize mâni ne kalır? Erkek aşkına lisan veren dâhilerin, sihrengiz aynalar teşkil eden ulvî eserlerinde aksinizi gördüğünüz içindir ki, kendinizi beğenirsiniz.

***

Bugüne kadar kadınlarımız, bilâistisna, dünyanın en güzel kadınları zannedilirdi, çünkü çarşafın sihrine bürünmeden ziyaya çıkmazlardı. Fakat vakta ki bu müheyyiç mahremiyetlerinden çıktılar, siz yabancılar çirkinlik nispetinin bizde yüzde doksan beş olduğunu hayretle gördünüz. (...) Çirkin tasavvur edemediğiniz Türk kadının, her yerde olduğu gibi ekseriyetle çirkin olduğunu görünce, bunu birden hâsıl olmuş esrarengiz bir tereddidir sandınız...

***

Herkesin imlâyı doğru bilmeğe ne mecburiyeti var. Neden istikabalin bütün demircileri, ustabaşıları, şoförleri, bakkalları ve kasapları imlâyı mükemmelen bilmeğe mecbur tutulsun?

***

Lisanı doğru yazmağı bilen bir kadına henüz tesadüf edilmemiştir. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder